Transatlantik: Hindistan-Pakistan gerilimi | Trump-Erdoğan görüşmesi | ABD-Kanada ilişkileri

07.05.2025 medyascope.tv

7 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Bu hafta Gönül Tol yok, Ömer Taşpınar'la birlikte dünya olaylarını ve Türk-Amerikan ilişkilerini konuşacağız. Ömer merhaba. Geçen haftaki yayını https://medyascope.tv/2025/04/30/trumpin-ilk-100-gunu-amazon-isyanda-video/ ‘’Hindistan- Pakistan gerilimini haftaya konuşuruz’’ diye kapattık, kötü bir şey tabii ama şansımıza, Hindistan, Pakistan'a saldırdı. Pakistan da cevap vereceğini söylüyor ama ne zaman ne yapacağı belli değil. Sadece Keşmir’den dolayı mı iki ülke arasında bir gerilim yaşanıyor? Tarihsel olarak zaten iki ülke arasında çok ciddi sorunlar olduğunu biliyoruz, ama tekrar böyle bir çatışmaya dönüşmesi çok önemli.
Ömer Taşpınar: Evet, önemli. Bu, Keşmir merkezli bir çatışma ve kökleri her ne kadar derine gitse de 2019 yılında, Hindistan Başbakanı Modi'nin bir anayasa değişikliğiyle, Müslüman çoğunluğun bulunduğu Keşmir’in Hindistan'ın elindeki bölgenin yarı özerk statüsünü sona erdirip bütünüyle Hindistan merkezi hükümetine bağlaması, Pakistan tarafından bir bakıma bir provokasyon olarak görüldü. Pakistan zaten buradaki Müslüman çoğunluğa ve bazı radikal gruplara destek veriyor, bu, bilinen bir şey. Pakistan içinde Leşker-i Tayyibe ve Keşmir içinde güçlü olan bazı radikal gruplara Pakistan istihbaratının destek verdiği biliniyor. Son olarak, bundan iki üç hafta önce, Hindistan'ın farklı bölgelerinden Keşmir'e gelmiş 29 turistin öldürüldüğü ve bunların hepsinin erkek ve Hindu olduğu belirlendi. Öldüren örgüt, Hindistan tarafından Pakistan'a bağlı olarak çalıştığı iddia edilen terörist bir örgüt. Dolayısıyla Hindistan, bu terörist eylemden hemen Pakistan'ı sorumlu tuttu ve 29 kişinin öldürülmesi Hindistan'da çok büyük yankılandı. Turist grubuydu, sivildi ve hepsinin Hindu oldukları tespit edildikten sonra bu terör örgütü tarafından öldürülmesi, Hindistan'da ciddi bir toplumsal tepki yarattı.
Zaten Modi siyasi açıdan, Hindu milliyetçisi, köktendinci, radikal sağ kesimlerden oy alan ve Pakistan'la genelde sert ilişkiler içinde olan bir lider. Bu son olaya bir misilleme yapacağı belliydi. Hindistan bu adımı atmadan önce aslında Çin tarafından uyarıldı. Çünkü Çin Pakistan'a ciddi bir destek veriyor. Çin “Bir bağımsız araştırma yapılsın, bu terör örgütünün Pakistan'a bağlı olup olmadığı, kim olduğu, bunların nasıl içeri girdiği araştırılsın” dedi. Buna öneriye Pakistan da hemen katıldı ve araştırılmasını istedi. Çünkü Pakistan sorumluluğu kabul etmedi. Hindistan bunların Pakistan tarafından destekli olduğunu kanıtlayamadı tam olarak. Buna rağmen, dün beklenen gerçekleşti ve Hindistan bir misillemede bulundu. Fakat bu misillemenin nasıl olduğu önemli. Misilleme Pakistan'ın askeri üslerine değil, dokuz ayrı noktada, bu radikal terör örgütünün bazı eğitim kamplarının olduğu bölgelere yapıldı. Ancak saldırılardan bir tanesi Lahor'a çok yakın olan Pencap bölgesinde bir yere yapıldı. İçinde kadın ve çocukların da olduğu 14 sivil vuruldu. Bu saldırı tabii ki Pakistan'da ciddi tepki yarattı. Ama Pakistan, en azından askeri üslerine Hindistan tarafından bir saldırı olmadığını kabul edip işi tırmandırmayabilir. Fakat benim duyduğum kadarıyla, şu anda Pakistan'ın da en azından caydırıcılık açısından bir misilleme yapacağı, Pakistan üzerinde bu misillemenin sınırlı kalması gerektiği konusunda, Amerika'nın ve Çin'in baskısı var. Ama tabii ki Pakistan her ne kadar kendi askeri üslerine bir saldırı olmasa da bu misillemeyi yapmak durumunda. Şu anda herkesin merak ettiği nokta, bunun tırmanıp tırmanmayacağı. Geçmişte bu tür çatışmalar yaşandığında, Amerika ve Çin devreye girip olayların tırmanmaması için iki tarafa da baskı yapmışlardı. Amerika'nın Hindistan üzerinde, Çin'in de Pakistan üzerinde ciddi etkisi var. Fakat şu anda Amerika'da bir Ulusal Güvenlik Danışmanı yok, görevden alındı. Amerika'nın dış politikadaki gidişatı belli. Amerika, dış politika konusunda inandırıcılığı, gücü olmayan bir konumda. O yüzden bu, Amerika gündeminde çok yoğun değil. Çin daha ciddiye alıyor, bence Çin bence devreye girebilir.
Son olarak şunu söyleyeyim: Nihayetinde bunlar iki nükleer güç. Pakistan ve Hindistan çatışmayı ne kadar artırırlarsa artırsınlar, topyekûn bir savaşa 1971'den beri girmediler ve bu savaşın olmamasının nedeni de iki tarafın da nükleer oluşu. ‘’Bunun sınırları var, bir yere kadar tırmanabilir’’ yorumu yapılıyor. Fakat tabii ki bunun tırmanıp tırmanmayacağını göreceğiz. Benim tahminim Pakistan bir misilleme yapmak zorunda. Zaten şu anda küçük çapta bir askeri operasyon yaptıklarını ve Hindistan'ın dört tane uçağını düşürdüklerini söylüyorlar. Bu bile aslında bir bakıma bir başarı olarak lanse edilebilir. İçeride tatbikata girişmiş Hindistan uçaklarının düşürülmesi tansiyonu düşürebilir. İzlemek gerekecek, fakat bu tür bir çatışma bekleniyordu.

Ruşen Çakır: Biliyorsun ben Washington’dayken, Londra bombalarının ardından Hindistan’a gitmiştim ve orada İslamcı gruplarla röportajlar yapmıştım. Onların içerisinde, Keşmir'e yönelik çalışanlar çok önemliydi ve onlar çok bariz bir şekilde Pakistan derin devleti ile ilişkili yapılardı. Radikal İslamcılardı ama tek işleri Keşmir’di ve çok ciddi bir şekilde devlet desteği alıyorlardı. Tabii zamanla çok şey değişti ama Keşmir politikasının değiştiğini hiç sanmıyorum.
Bir diğer boyut da tabii Hindistan’ın içinde halen çok ciddi bir Müslüman nüfus olması, değil mi? Her ne kadar bunlar Hindistan’a entegre olmuşlarsa da son dönemlerde bu senin demin bahsettiğin Hindu radikalizminin etkisiyle, Hindistan'daki Müslüman nüfusun da yer yer rahatsız olduğuna dair birtakım şeyler de görüyoruz. Herhalde Pakistan onlara da bir yatırım yapıyordur.
Ömer Taşpınar: Kesinlikle. Zaten Modi'nin geçmişine baktığımızda, Modi'nin geldiği parti, Gujarat bölgesinde Müslümanlara bir pogrom yaparak ün salmış ve radikal Hindu milliyetçiliğini silahlandırmış. Modi göreve ilk geldiğinde, Amerika tarafından vize verilmeyen, terör gruplarına destek veren radikal bir siyasetçi olarak kabul ediliyordu. Amerika uzun süre vize vermedi Modi'ye. Çünkü Gujarat eyaletindeki yaklaşık 200-300 Müslümanın öldürülmesi meselesinde baş sorumlu Valiydi. Zaten Modi’nin bu konularda sicili temiz değil. Fakat Keşmir meselesi, 2019'da attığı adımla daha da içinden çıkılmaz bir hale geldi. Çünkü Hindistan'da buranın bir yarı özerk statüsü var. O yarı özerk statüsü en azından Müslüman gruplara bir ses olanağı veriyordu; şu anda o ellerinden alınmış durumda. Dolayısıyla Keşmir zaten meseleydi. Modi oraya provoke edici adımlarla gidince böyle bir şeyin olabileceği önceden belliydi.
Pakistan'da da şu anda sivil görünümlü bir askeri yönetim var. Ülkenin en popüler siyasetçisi İmran Han ev hapsinde ve sert bir dönemden geçiyor. Pakistan, asker-sivil ilişkilerinin askerlerin lehine olduğu ekonomik krizin olduğu bir dönemden geçiyor. Senin söylediğin gibi, istihbarat kurumları her zaman için gerek Afganistan'da olsun gerek Hindistan'da olsun, bu radikal İslamcı gruplara hep destek verdiler. Zaten Pakistan’ın Amerika ile arasının bozulması bu yüzden oldu. Pakistan- Amerika ilişkileri Afganistan nedeniyle çok gerildi. Bugün Pakistan bütünüyle Çin'e endeksli bir dış politika izliyor. Çin Pakistan’ı çok destekliyor. Amerika da Hindistan'ı bütünüyle Çin'i dengelemek için arkasına almış durumda. Hindistan-Amerika ilişkileri de çok derinleşmiş durumda. Bu bölgesel krizin küresel bir boyutu da var. O da Amerika ve Çin arasındaki gerilim. Bu nedenle bu tırmanırsa, Amerika ve Çin'in daha ciddi bir diyalog içine girip tırmanmaması için adım atmaları gerekecek. Ama şu anda Amerika ve Çin ilişkilerinin de ticaret savaşı nedeniyle nerede olduğu malum. Tehlikeli bir dönemden geçiyoruz diyebiliriz.

Ruşen Çakır: Şimdi istersen biraz sizin kıtada kalalım. Kanada'da yeni hükümet, yeni Başbakan, ‘’Amerikan aleyhtarlığıyla seçimi aldı’’ yorumlarını okuyorum, herhalde etkili olmuştur. Yeni Kanada Başbakanı seçildikten sonra da dün Oval Ofis’e geldi Sonuçta ne oldu, pazarlık mı ediyorlar? Kaça satıyormuş, o mu belli oluyor?
Ömer Taşpınar: Evet, aslında ona benzer bir konuşma oldu aralarında. Önce arka planı konuşalım Ruşen. Justin Trudeau, Kanada'da Quebec bölgesinden, siyasi bir aile olan Trudeau ailesinden. Yaklaşık neredeyse 10 yıldır Liberal Parti görevdeydi ve Trudeau özellikle son dönemde çok zemin kaybetti ve istifa etti. Kanada da erken seçime gitti. Normal şartlarda liberallerin muhafazakârlara kaybetmesi bekleniyordu. Liberaller bu kadar uzun dönemde iktidardaydı, ekonomik kriz ve Amerika ile ilişkiler derken yıprandılar. Normalde herkes muhafazakarların geleceğini bekliyordu. Fakat Trump'ın Kanada'yı provoke edici adımlar atması, Kanada milliyetçiliğini ve Kanada'da Amerika'ya karşı tekrar bütün damarları canlandırıcı bir hava yaratılması, bir bakıma seçimleri altüst etti. Çünkü muhafazakâr partinin adayı, Trump'a benzeyen ve Trump'la iyi ilişkiler içinde olmak isteyen birisiydi. Onun Trump'la iyi ilişkiler içinde olmak istemesi, bütünüyle karşı ekibi daha milliyetçi hale getirdi. Halk Liberal Parti’ye doğru kaydı. Normalde siyaset geçmişinden çok, ekonomi geçmişiyle bildiğimiz, ekonomi doktorası olan hem Kanada'nın hem de İngiltere'nin Merkez Bankası Başkanlığını yapmış, son derece profesyonel ve ekonomi konularındaki iyi yönetimiyle bilinen Mark Carney, seçimleri, bir bakıma Trump'ın yarattığı tepki sayesinde muhafazakarlara karşı kazandı.
Bu arada ilginçtir, aynı dinamikler Avustralya'da da oldu. Avustralya'da da geçen hafta seçim oldu ve orada da Trump sayesinde, beklenmeyen bir aday Trump'a karşı kampanya yaparak kazandı. Trump bu ülkelerde bir bakıma iç politikayı altüst eden bir aktör konumunda. Kanada’da herkesin beklediği, Mark Carney'in Trump'la nasıl bir diyalog içinde olacağıydı. Çünkü o da çok sert bir şekilde Trump'a karşı kampanya yürüttü. Çünkü biliyorsun Trump yaklaşık birkaç aydan beri ‘’Kanada bizim 51. eyaletimiz olmalı, zaten aradaki sınır son derece yapay bir sınır, bize katılırlarsa hem vergileri düşer hem güçlü bir orduları olur, savunma harcamaları olmaz” gibi, Kanada milliyetçiliğini kamçılayan argümanlarla sürekli Kanada'yı provoke eden açıklamalar yapıyordu ve beklenen ziyaret dün gerçekleşti, Mark Carney Oval Ofis’e geldi. Bu ikinci dış ziyaretiydi. Normalde Kanada başkanları seçim kazandıktan sonra hemen Washington'a gelirler. Mark Carney önce Avrupa'ya gitti, Avrupa'da görüşmelerde bulundu. Ondan sonra bu ziyareti düzenledi ve Oval Ofis’te beklenen oldu. Aslında ilk açıklamalar gayet kibar ve yapıcı bir şekilde giderken, sorular gelmeye başladı. Gazeteciler hep orada, bu Trump'ın yeni getirdiği bir şey. Gazeteciler Oval Ofis’te bazen 40-45 dakika kalıp soru soruyorlar. Bu, Zelensky ile de yaşandı. Zelensky ile yaşanan o skandal gerilim Oval Ofis’te gazetecilerin sorusu üzerine başlamıştı.
Bu görüşmede de ilk başta o zor konulara girmemelerine rağmen, bir gazeteci Trump’a, “Halen 51. eyalet olarak Kanada'yı istiyor musunuz?" diye bir soru sordu. Trump önce “Tango yapmak için iki kişi gerek. Tabii onların da ne diyeceği önemli. Ben aramızdaki sınırın yapay bir sınır olduğunu iddia ediyorum. Bize katılırlarsa vergileri daha düşük olur, savunma harcamaları olmaz, sağlık sektörü daha iyi olur” dedi. Kanadalılar hiçbir zaman bunu kabul etmiyorlar. Amerika'nın sağlık sektörünün son derece pahalı olduğu ve bunun sosyal devletten uzak olduğu, halbuki Kanada'da bir sosyal devlet olduğu biliniyor. Trump bu argümanları dile getirdi ve "Biliyorsunuz, ben sonuçta emlakçılıktan geliyorum. Kanada'ya bakıyorum, o kadar güzel bir ülke ki. Bizimle olmaması için hiçbir neden yok. Doğal güzellikleri var, doğal zenginlikleri var. Ben oraya emlakçı gözüyle bakıyorum ve birlikte olmamız gerekiyor” dedi. Kanada Başbakanı, “Ben de bir şey söyleyebilir miyim? Sayın Başkan, emlâkçılıktan geliyorsunuz, emlâkçılığı bilirsiniz. Bazı yerler satılık değildir ve Kanada satılık değil” dedi. Gayet net ve bence kendisine puan kazandıracak bir şekilde Kanada’nın satılık olmadığını söyledi. ‘’Benim oylarını aldığım Kanada halkı da kesinlikle Kanada'nın satılık olmadığını düşünüyor ve ülkelerinin Amerika’yla olumlu ve yapıcı ekonomik ticari ilişkiler geliştirmesini istiyorlar. Yapıcı bir yere getirerek ilişkilerimizi geliştirmeliyiz” dedi. Oval Ofis’te bir kriz yaşanmadı fakat sert bir an yaşandı ve Trump yarı şaka yarı ciddi “Kanada'nın bize katılmasının kendi lehlerine olacağını iddia ediyorum” dedi. “Kanada satılık değil” dendikten sonra da Trump “Asla ‘asla demeyin’ (Never say never)” dedi.

Ruşen Çakır: James Bond filmi gibi.
Ömer Taşpınar: Evet. Zelensky durumunda olduğu gibi çok gergin ve sert bir hava olmadı, bir bakıma şakaya bağladılar işi. Fakat sonuçta Mark Carney siyasetten gelmiyor olmasına rağmen, ekonomist olmasına rağmen, gayet net bir şekilde ‘’Kanada satılık değildir’’ diyerek mesajı vermiş oldu. Çünkü bu mesele, Kanada'da çok ciddi. Ben Kanada'ya geçmişte doktora yıllarımda çok sık gidip geldim. Bir ara oraya post doktora çalışmasında da bulunmak için gitmiştim. Kanada'yı Kanada yapan en büyük özellik, Amerikalı olmayışlarıdır. Kanada'ya ‘’sen kimsin seni ne belirliyor?’’ dediklerinde “Biz Amerikalı değiliz” diyerek cümleye başlarlar. Şu anda Trump'ın yaptığı, onları bir şekilde Amerika'ya asimile etme çalışması. Ona karşı milliyetçi duyguları kabarmış durumda. Kanada'nın da en az bayrağı kadar gurur duyduğu şey, buz hokeyi takımıdır ve buz hokeyinde de son maçlarda Amerika'yı yenmiş olmaları, bir bakıma orada bir milliyetçi galeyan yarattı. Şu anda o milliyetçilikle Kanada, Amerika'ya karşı bir hava içinde. Bakalım Ticaret Savaşı'nda nereye gelecek bu? Çünkü ortada Kanada'ya da getirilmiş bazı gümrük vergileri var. Bu konuda da ciddi sorunlar yaşanıyor, ama sonuçta bir krizi arkamızda bıraktık diyebiliriz. Yani Oval Ofis’te sert bir Zelenskyvari bir durum yaşanmadı.

Ruşen Çakır: Biliyorsun bizim Ali Deniz de Kanada'da okudu. Biz de ailece Kanada'yı biraz biliyoruz. Hani ‘’ikisinden birisini tercih et’’ dersen kesinlikle Kanada'yı tercih ederim.
Ömer Taşpınar: Sosyal devlet olunca tabii bir yerde, oranın halkı Amerika'nın sistemine vahşi kapitalizm olarak bakıyor. Amerika'daki iş, Amerika'daki yoksulluk, evsizlik, çocuk ölümü, sağlık sektörü gibi konularda, Kanada, daha Avrupa sosyal devletine yakın bir yerde. Aynı zamanda, Kanada’nın siyaseti de sola daha yakın bir siyaset. Geçmişteki tarihi konularda, mesela Kızılderili denen yerli halkın katliama uğraması konusunda Kanada çok daha hassas. Üstüne alıyor, özür diliyor, bunu bir katliam, hatta soykırım olarak kabul ediyor. Kanada Amerika'ya oranla birçok açıdan daha sosyal demokrat, daha sola, sosyal devlete yakın ve kesinlikle Trumpvari bir hükümete tepki duyabilecek bir halka sahip. Zaten o nedenle bu seçimleri Mark Carney kazandı.

Ruşen Çakır: Ömer son olarak, Erdoğan-Trump telefon görüşmesini ele alalım. Trump açıklamasında yine Rahip Brunson'dan bahsetmiş. Bunu Erdoğan'ı zor durumda bırakmak için mi yapıyor, yoksa Erdoğan'ın bundan rahatsız olmayacağını mı düşünüyor? Trump her Rahip Brunson dediğinde, ‘’Türkiye'de hukuk devleti var’’ lafları geliyor aklıma. Biliyorsun Rahip Brunson’ı bir görüşmede geri aldılar.
Ömer Taşpınar: Kendini Trump'ın yerine koy. Bir başkanın en önemli önceliği, kendi halkına ne kadar başarılı olduğunu hatırlatmaktır. Trump için Rahip Brunson, bir başarı hikayesi. Trump açısından bu, özellikle de Evanjelistlere “Rahip Brunson’ı hatırlayın. Ben onu nasıl kurtardım” mesajıdır, ki 50 milyon Evanjelist var bu ülkede. Erdoğan'ı zor durumda bırakıp bırakmayacağını düşünmez bile. Bu, “Sonuçta aramızda küçük bir şey yaşandı ama tatlıya bağladık, rahibimizi aldık ve benim sayemde, Amerika'da siyasi nedenlerle tutuklu bulunan bir rahibi nasıl Türkiye'den alıp kopardım?” diye Evanjelistlere hep hatırlattığı bir şeydir. Türkiye'de ise ‘’bunu nasıl bir başarı hikayesi olarak anlatabilir? Bu Erdoğan'ı rezil eden bir şeydi’’ diye konuşuluyor. E doğru. Erdoğan açısından bu iyi hatırlanacak bir şey değil. Tabii ki Suriye'deki durum gibi bu. “Suriye'de de çok iyi çalıştık” diyor. Halbuki Suriye meselesinde de Erdoğan'a ‘’akıllı ol, ayağını denk al’’ gibi sert bir mektup yollamıştı. Onu da bir başarı hikâyesi olarak görüyor. Bunları Erdoğan'la konuşmalarında Amerikan kamuoyuna hatırlatıyor.
Ama nihayetinde Trump'ın gözünde Erdoğan sevdiği, beraber çalışmak istediği birisi. Çünkü Trump otoriter liderleri seviyor. İş bitirmeyi seviyor. Böyle iki tane şirketin patronu gibi görüyor. Bu güçlü liderlerle masaya oturup bir al-ver ve pazarlık ilişkisi içinde konuşmayı seviyor. Onu hatırlatıyor daha çok. Görüşmede de genel hatlarıyla Ukrayna, Suriye gibi genel konularda ne kadar hemfikir olduklarını söylüyor. "Beni Türkiye'ye davet etti. Kendisi buraya da gelmek istiyor, gelecek” diyor. Yani bir bakıma, Türk kamuoyunda o beklenen ‘’Trump iktidara geldi. Biden'a oranla ilişkiler çok daha iyi gidiyor. Erdoğan gelecek, Beyaz Saray'da Biden tarafından hiç karşılanmadığı gibi karşılanacak. Şu anda iki ülke arasında ilişkiler düzelme aşamasına geldi.  Şu S-400'ler meselesini bir halledebilirsek, F-35'lere geri dönebiliriz. Suriye konusunda çok konuşacaklarımız var. Ukrayna konusunda Türkiye ne yapacak?  Belki Ukrayna'da bir ateşkes olursa, Türkiye oraya barış gücü çerçevesinde asker ve gözlemci yollayabilir. Yani, Türkiye'nin Ukrayna'da oynayabileceği bir rol var. Türkiye'nin, Suriye'de, Ortadoğu'da oynayabileceği bir rol var. Türkiye'nin Karadeniz'de oynayabileceği bir rol var.’’ Bütün bunlar Trump tarafından kabul edilen, Türkiye'nin de duymak istediği şeyler. O nedenle bu tür telefon konuşmaları çok büyük bir başarı. İki dostun birbirleriyle hasret gidermeleri gibi yansıtılıyor. O boyutu var. Ama nihayetinde işin biraz derinine indiğinde, ‘’olabilir mi, hallolabilir mi sorunlar?’’ konusunda ciddi bir soru işareti var. Çünkü bu iki liderin geçmişte böyle çok iyi ahbap-çavuş çerçevesinde götürdükleri ilişkiler, yüzeyde böyle giderken, aslında derinde nasıl sorunların yaşandığını biliyoruz. Rahip Brunson döneminin Türkiye'ye nasıl bir ekonomik kriz getirdiğini biliyoruz. Y
arın bir gün, Erdoğan Beyaz Saray'a, Oval Ofis'e gelirse, demin konuştuğumuz Zelensky veya Mark Carney örneğinde olduğu gibi, bir gazeteci Erdoğan’a "Siz hala Hamas'ı bir terör örgütü olarak görüyor musunuz? Sizce Hamas bir mücahitler örgütü müdür? Bunlar özgürlük savaşçısı mıdır yoksa bir terör örgütü müdür? Veya ‘’Siz Gazze'ye bir soykırım olarak mı bakıyorsunuz?” diye soracak olursa, Erdoğan'dan nasıl cevap alacak? Erdoğan İngilizce bilmediği için hemen orada girmeyebilir topa. Belki de o bir şans İngilizce konuşmuyor oluşu. Zelensky İngilizce konuştu. Tabii ki Mark Carney hemen İngilizce cevap veriyor. Hamas ve Gazze konusunda burada bir küçük çaplı bir kriz de yaşanabilir. Şu ânda ilişkilerin yumuşak karnı Hamas meselesi. Ama orada da Erdoğan'ı memnun eden bir konu var. O da, Trump'ın, Netanyahu ile bir ay önce yaptığı Beyaz Saray görüşmesinde "Erdoğan benim dostumdur. İsterseniz ben sizin aranızı bulurum. Suriye'de bir şekilde sizin anlaşmanızı istiyorum. Gerekirse ben ikinizi buluştururum” demesi. Netanyahu’ya da dönüp “Ama senin de “reasonable” olman lazım’’ demesi. “Reasonable’’ kelimesini Türkçeye ‘’Makul olmak’’ diye çevirebiliriz. Trump Netanyahu'ya, potansiyel olarak ‘’makul olmayacak kişi’’ muamelesi yapmış oldu. “Erdoğan'ın da senin de makul olman lazım” demedi. Misafiri olan Netanyahu'ya dönüp, “Senin makul olman lazım” dedi. Amerikan Başkanı’nın Netanyahu gibi birine “Erdoğan benim dostumdur. Biz Erdoğan'la çok işler başardık. Suriye'de gerçekten o şu anda çok güçlü durumda demesi” Türkiye'yi çok memnun edecek bir gelişmedir. Türkiye'de, Erdoğan'a yakın, Erdoğan'ı dünya lideri olarak görmek isteyen insanların ekmeğine yağ sürüyor. Trump'ın Erdoğan'ı seviyor olması, onu kolluyor olması gibi bir gerçek var. Ama bu, ilişkilerin kırılgan olmadığı anlamına gelmiyor. Yarın bir gün Türkiye S-400'leri Suriye'ye verirse ve Suriye de S-400'ler İsrail tarafından vurulursa nasıl bir kriz çıkar? Bütün bunlar bilinmeyen bir denklem şu anda. Türkiye-Amerika ilişkilerini nasıl bir gelecek bekliyor? Suriye, Gazze, İsrail, hatta Ukrayna ve Rusya konuları bana göre çantada keklik konular değil.

Ruşen Çakır: Ömer, önceden konuşmadık ama sormadan edemeyeceğim. Biliyorsun Ahmed eş-Şara ilk Batı ziyaretini Fransa'ya yaptı. Bugün Fransa'da. Geçenlerde gördüm, Fransız bir şirket, Suriye’deki bir liman işletmesiyle ilgili bir anlaşma imzalıyor. Eş-Şara da orada.  Ne oluyor? Ne çabuk herkes birbiriyle halvet olmaya başladı? Suriye zaten Fransa'nın eski göz ağrısı. Tabii ki Şara’nın da buna cevap vermesine ne diyorsun?
Ömer Taşpınar: Şaşırtıcı değil diyorum. Macron Lübnan ve Suriye'yi çok önemsiyor ve Macron son dönemlerde, Ortadoğu'da Amerika'nın yarattığı boşluğu doldurmaya çalışıyor. Macron tabii ki Fransa'nın sınırlı gücü nedeniyle, Amerika kadar boşluğu dolduramıyor, ama Avrupa'da, dünyada, Gazze konusunda en yapıcı, diplomatik açıdan baktığımızda en söylenmesi gereken şeyleri söyleyen, en güçlü ülke Fransa. Macron'un Ortadoğu politikasına baktığımızda, krizleri bir şekilde yönetmek istediğini görüyoruz. İsrail'le ilişkileri iyi değil. Gerek Gazze’de gerek Batı Şeria'da gerek Lübnan’da gerekse Suriye'de, İsrail'in yaptıklarından şikayetçi olan bir Fransa var. Aynı zamanda Suriye'de, Lübnan'da, Hristiyanları ve azınlıkları geleneksel olarak kollamak isteyen ve Suriye’deki yeni yönetim üzerinde de belirli bir etki kurmak isteyen bir Fransa var. Şu anda Fransa'da bulunan eş-Şara’nın ana mesajı, tabii ki ekonomik yaptırımların kaldırılması ve Fransa'nın, Avrupa Birliği'ni, Birleşmiş Milletleri, Amerika'yı da ikna etmeye çalışarak, yeni kurulan Suriye'ye bir şans tanınması olacak. Almanya Dışişleri Bakanı da ziyaret etti. Fransa, Almanya konusunda da bir ağırlığı olabilecek bir ülke. O nedenle Ahmet eş-Şara'nın Avrupa ziyaretine Fransa'dan başlamasını pek şaşırtıcı bulmuyorum. İngiltere'ye de gidecektir. Avrupa ve dünya şu anda yeni bir gerçekle karşı karşıya: Suriye'de bir yeni yönetim var. Bu yeni yönetimin cihatçı bir geçmişi var. Bu cihatçı geçmişe rağmen, şu anda Suriye'yi, Alevileri ve Hristiyanları bir şekilde sisteme entegre ederek yöneteceğini iddia eden bir yeni yönetim var.
Suriye’de ciddi sorunlar da var tabii ki. Alevilerle ilgili ciddi kıyımlar yaşanıyor. Orada düşük yoğunluklu çatışmalar sürekli devam ediyor ve dünyanın gözünde hem Hristiyanların hem Alevilerin, Suriye'de, nasıl katliamlara potansiyel ve gerçek olarak mağdur olabilecekleri, onların bu tür durumlara düşebilecekleri bir gerçek. O nedenle Şam'daki yönetime verilmesi gereken mesaj da ‘’ayağınızı denk alın’’ mesajı. ‘’Eğer Alevilerle çatışmalar devam ederse, Hristiyanlarla yeterince toleranslı bir şekilde onları sistemin içine alıcı adımlar atmazsanız, Suriye'yi bir otoriter yönetim olarak bu tür bir radikal köktendinci, Sünni radikal bir şekilde yönetmeye devam ederseniz, yaptırımlar kalkmaz.’’ Macron bu mesajı da vermek istiyordur muhtemelen. Çünkü yaptırımların kalkması, ancak ve ancak Suriye'de belirli testlerin geçilmesiyle mümkün olacak. O testlerin en önemlisi de Alevilere, Hristiyanlara, kadınlara ve tabii ki Kürtlere bu denklemin içinde nasıl bir siyasi gelecek sağlanacağı. Şu andaki gidişat çok iyi değil. Bildiğimiz nedenlerle belirli katliamlar yaşandı. Aleviler şikayetçi, Hristiyanlar tedirgin. Kürtlerle bir anlaşma var, ama Suriye'nin tam nereye gideceği belli değil. O nedenle de bu tür ziyaretler, pazarlık etmek açısından ve şartların açık olarak konulması, şu şartlar olmazsa yaptırımlar kalkmaz denmesi açısından önemli.

Ruşen Çakır: Evet, Ömer çok teşekkürler. Bu arada Suriye'de Dürziler de çok önemli. Orada özellikle İsrail'le iyi ilişkileri olduğunu da biliyoruz. Son günlerde Şam'ın dışlarında bir çatışma hâli yaşanıyor. Tabii Batı’nın yakından takip ettiği olaylardan birisi de o son dönemde. Aleviler biraz daha geri planda kaldı sanki.
Ömer Taşpınar: Dürzilerin ön planda olmasının nedeni, İsrail'in, onları kendine en yakın Suriye'deki grup olarak kabul etmesi. Biliyorsun İsrail'in içinde de ciddi bir Dürzi nüfus var ve İsrail bunları kendine yakın bir etnik dînî azınlık olarak görüyor ve onları koruyarak bir bakıma Golan tepeleri ve Şam'ın en güney bölgesine kadar bir etki alanı yaratmak istiyor. Yani Dürzileri bir şekilde bir bahane olarak kullanıp, Suriye politikası üzerinde etkili olmaya çalışıyor. Nihayetinde İsrail’in amacı, zayıf, federal ve adem-i merkeziyetçi bir Şam yaratmak. Kürtlerin kuzeyde, Dürzilerin güneyde federatif yapıda olacağı bir Şam yaratmak. Türkiye tabii ki buna karşı çok sert duruyor. Çünkü başta Kürtlerin böyle bir federatif yapıya gitmesini istemiyor. Kürtler de zaten bir bakıma kaderlerine razı oldular gibi, entegre olmaya ‘’evet’’ diyen bir ön çerçeve anlaşması imzaladılar. Ama Dürzilerin durumu bambaşka. Çünkü İsrail Dürzilere, gerçekten Kürtlere yapmadığı bir şey yapıyor; askeri lojistik destek sağlıyor. Bu sayede de çok ciddi etkide bulunuyor Suriye üzerinde. Burada ilginç olan, Ahmet eş-Şara'nın çok yüksek sesle İsrail'e sert çıkamaması. İsrail'e rest çekemiyor. Çünkü birincisi, askerî olarak zayıf. İkincisi, Türkiye ile ilişkiler babında, Türkiye, İsrail'le Suriye üzerinden yeni bir savaşa girmek istemiyor. Ahmet eş-Şara, İsrail'le ilişkileri sertleşirse, Batı’nın yaptırımlarının kesin olarak devam edeceğini biliyor. Yaptırımların kaldırılması, savaş içinde olmayan, bir şekilde komşularıyla iyi geçinmeye çalışan bir Suriye çerçevesinde gelecek. O nedenle de Ahmet eş-Şara’ ın eli kolu bağlı. Ama eminim Macron'a, İsrail konusunda da bazı şikayetlerde bulunacaktır ve İsrail'in Suriye'nin toprak egemenliğini, toprak bütünlüğünü koruması gerektiği, başta Golan konusunda attığı adımların uluslararası hukuka ve anlaşmalara aykırı olduğu, Dürziler konusunda attığı adımların da Suriye'nin toprak bütünlüğü ve geleceği açısından son derece sakıncalı olduğunu şikâyet edecek.

Ruşen Çakır: Ahmet eş-Şara’nın da Golanlı olduğunu biliyoruz zaten. Evet, Ömer çok teşekkürler. Yayını burada noktalayalım. Gönül Tol'a da selam yollayalım. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı